20 Ağustos 2008 Çarşamba

Limón y Menta (Naneli Limonata)


çilli begonyaların yeni favori içeceklerinden biri de bu latin usulü naneli limonata...
yaz günlerinde limonun verdiği ferahlığa kimse hayır diyemez herhalde,
işin içine bir de taze nane giriyorsa eğer denemekte mutlaka fayda var.

Malzemeler (4 Kişilik)
8-9 adet limon
limon kabuğu rendesi
taze nane (5-6 sap kadar)
toz şeker
Yapılışı
Öncelikle her bir bardak için ne kadar şeker kullanılacağı kişisel zevklere göre belirlenir ve genişçe bir kaba koyulur. Daha sonra taze nane yaprakları elle parçalanarak toz şekere iyice aromasını versin diye elle yoğurulur. Bu sırada önceden enine halkalar halinde kesilmiş olan limonlar bu karışıma atılır ve kaşık yardımıyla karıştırıldıktan sonra yarım saat kadar dinlenmeye bırakılır.
karışım dinlendikten sonra elle yoğurmaya başlanır. Bu sırada şekerin limonun suyunu bırakması için ne kadar yardımcı olduğu görülecektir. limon suları iyice çıktıktan sonra süzgeçle süzülerek sürahiye alınır. Kalan limonların tüm aromasını çıkarmak için, içine biraz su koyarak tekrar yoğurulur ve bu su da süzülerek sürahiye alınır.
Son olarak ise istenen miktarda su ve limon kabukları karışıma eklenir. 
Afiyet olsun!

18 Ağustos 2008 Pazartesi

GASPACCIO-SOĞUK İTALYAN ÇORBASI



Ablam ve ben memleketimizde güzel bir tatil geçirdik evet ama boş da durmadık. yukarıda resmini gördüğünüz -ablamın da daha önce bahsettiği- gaspaccio. İlk kez yapmayı denedim ama doğrusu çok da güzel oldu. Tam güzel yaz günlerine layık bir çorba, soğuk yendiği için de tercih sebebi tabii.. içindeki malzemeler için tam bir ölçü yoktu elimde ben de kendi zevkime göre davrandım, klasik göz kararı yani... Malzemelere gelince; 
domates, domates suyu, yeşil biber, salatalık, soğan, sarımsak, nane (evde olmadığından ben ekleyemedim ama maydonoz da koyulmalı kesinlikle), yarım çorba kaşığı kadar toz şeker, tuz, karabiber ve kıtır ekmek.
yapımı da çok basit: istediğiniz sırayla domates suyu hariç tüm malzemeler (kıtır ekmek de dahil) robotta çeilerek sıvı kıvama getiriliyor. ben çok da fazla çekmeyi istemedim biraz ağıza gelsi diye. son olarak domates suyuyla istediğiniz kıvama gelinceye kadar sulandırıyorsunuz. servis sırasında üzerine zeytinyağı  ve kıtır ekmek ekliyorsunuz. işte hepsi bu!

geri dönüş...

ablamın da anlattığı gibi çok güzel geçen ve bir hafta uzamasına rağmen yetmeyen tatilimizin ardından dönüş yolu elbette çok hüzünlüydü... Servisle denizin yolu kesiştiğinden; ellerinde şemsiye ve içlerinde bikinelerle uğurladılar beni öğle saatlarinde ablam, yeğenim ve annem. 
Gelir gelmez de İstanbul'un dayanılmaz havasının içine düştüm.  Çok güzel ve keyifli bir tatil ve en kötü anı da tabii ki bitişi... Şimdi ablam ve ben, annemle babamın özenle sırt çantalarımıza doldurduğu memleket yiyeceklerini yavaş yavaş tüketmeye başlamışken tatil anılarımızı düşünüp hüzünleniyoruz böyle... Çilekler, reçelller, fındık, her türlü sebze, börek vs. derken doldu taştı çantalar. Yine de hiçbiri evde birarada yediklerimizle aynı lezzette olamaz herhalde...

TATİL BİTTİ



TATİL DÖNÜŞÜ SENDROMU
Ben Abla Çilli Begonya, şu güne uygun nam-ı diğer adıyla zavallı TİLKİ...
Neden mi Tilki, kürkçü dükkanına bodoslama daldımda ondan, neden olacak? Tatil bitti anladınız değil mi? Güzel günler zamanı geldiğinde biter, ardından çekilmez çalışma günleri gelir. Yaz tatilinden sonra zaten sonbaharın neredeyse eli kulağında olduğundan, eeee onun arkasından da malum kış geldiğinden, havalar ne kadar sıcak gitsede, hala daha izine ayrılan ve tatile çıkanlar olsa da, bende nedense öyle bir psikoloji yaratır izin dönüşleri. Kafamın bir tarafında "Kahretsin kış geliyor" düşüncesi dolanır durur. Deniz, babaevi, sımsıcak aile muhabbetleri ne kadar güzeldi ah bilseniz.. Bu güzelliğe daha da neşe katan çeşit çeşit meyvalar ve sebzelerden de söz etmeden olmaz, küserler sonra bana. Günümüzde bir insanın köyü olması ne kadar hoş ve bana göre büyük ayrıcalık. Bu defa merkeze çok yakın olmasına rağmen köyümüze gidemedim ama, her gün "Köye gitmeden olmaz, burda ne yapacağım, nasıl vakit geçireceğim?" diyerek kendini sabah erkenden köye atan babamız sayesinde, köy ayağımıza gelmiş kadar oldu. Canım babam, sabah kahvaltı sofrasından kalkışta doğru köy yollarına düştü, muhteşem bahçesiyle akşamlara kadar uğraştı durdu, çilekler (-ki çilek bu mevsimde olmaz dersiniz şimdi, ama bizim babamız uğraşa uğraşa oldurdu) domatesler, salatalıklar, armutlar, böğürtlenler, kumkuatlar, karpuzlar (Bu yıl nihayet karpuz yetiştirme deneyi olumlu sonuçlandı Babacığımızın, harika karpuzlarımız oldu) ve daha aklıma şu an gelmeyen türlü çeşit şahane şeyler..
Çilli begonyalar akşamları babalarının köyden gelmesini beklediler heyecanla. Küçücük otomobillerinden çıkan devasa kamyon kornasını duyduklarında balkona koştular. Babalarının gözünün içine baktılar "Yardım gerekiyor mu acep?" diye.. Arabanın bagajı her akşam üzeri sihirli kutu edasıyla açıldı ve içinden minik sepetlerle (Sipariş alıyoruz artık) harikulade çilekler, küçük kasalarda kıpkırmızı domatesler arz-ı endam ederek sahneye çıktılar. Komşulardan sipariş verenlere ve site marketine elbirliği ile dağıtım yapıldıktan ve balkonlarda "Vayyy onlarda ne öyle, dur bizde sipariş verelim." diyen ahaliden yeni siparişler alındıktan sonra, kendi paylarına kalan istihkakla gözleri parlayarak eve çıktılar. Sonra neler mi yaptılar o şahane şeylerle? Durun anlatayım:
İtalyan Usulü Soğuk Çorba, yani GASPACİO; tarifi ve fotoğrafı pek yakında bu blogtaaaaaaaa!!! Aman ne güzel şeydi o öyle, ben adını kendimce küresel ısınma çorbası koydum; soğuk, isteğe göre buzluuuu, üffff anlatırken bile canım çekti vallahi..
Meksika Usulü Lemonni Menta; gerçekten samimiyim süper oluyor, bol taze naneli limonata. Naneler anneannemin çok ama çok eski, aynı zamanda da inatla ayakta durmaya direnen yıkık dökük ve bir okadqr da mağrur eski evinin arka bahçesinden.. (Bir gün size o evin bulunduğu mahallenin eski ve ne yazık ki yeni halini de anlatacağım.)
Binbir çeşit meyva kokteylleri denedik bu arada. Her akşam ayrı model ve ayrı renk. Gerçekten her biri ayrı vitamin ve mineral bombasıydı. Bir dolu resimler çektik, Küçük Begonya zencefilli kurabiye denemesi yaptı, sonuç şeklen başarılı olmasa da lezzeten harikaydı.
Ben Çilekli parfe yaptım, fena değildi (Eeeee güzeldi tabiki canım yani) doya doya yedik.
Geleceğimiz günün sabahında da canım annem bize pazılı börek yapmış kahvaltı için. Annemin yöresel icadıdır kendisi..Biz iki kardeş telaşla ve hüzünle seyahat çantalarınızı düzenlemeye çalışırken anneciğimizde kızları ve torunu gidiyorlar üzüntüsüyle içi içe, fevkalade leziz bir börek hazırlamış canım yaaaaa.
Küçük Çilli maalesef dün öğle saatinde İstanbul'a doğru yola çıktı, bizde kendimizi son bir kez denize attık. Deniz her yıl olduğu gibi bizi yine hüzünle gönderdi kürkçü dükkanına, neden mi; öyle güzeldi, öyle sakin ve temizdi ki, ardımızda bırakıp gidilecek türden değildi. Kalbimiz kumsalda kaldı desem abartmış olmam inanın.
Sılaya yapılan yolculuk, çileli de olsa insanın içinde kıpır kıpır bir heyecan oluyor, hani derler ya, "En güzel yolculuk eve yapılan yolculuktur" diye, çantalar ağırmış, araba vaktinde gelmemiş türünden şeyler pek de dert edilmiyor. Heyhat! Gurbete yapılan yolculukda ise, bir o kadar hüzün dolu oluyor insanın yüreği. Bizim yüreğimizde dün aynen böyle dolup taşıyordu işte. Dün, annemizin üzüntüsünü yalandan da olsa gülerek hafifletmek için "Annem ne yapalım, gideceğiz, işimize bakacağız, sayılı gün ne de olsa, geçip gitti işte, hayatın gerçekleri bunlar." derken kalbimin acıdığını saklayabildim mi bilmem. O kadar zordu işte babaevinden gurbete dönüş....

2 Ağustos 2008 Cumartesi

YAŞASIN TATİL


Yaşasıııınn!!
Nihayet bana çok ama çok uzun gelen çalışma saatlerinden, fazlanında fazlası mesailerden sonra izine ayrıldım veee muhteşem baba evindeyim.
Gurbetten sılaya yolculuk pek uzun mesafe olmasa bile adı üstünde yolculuk işte, azıcık çileliydi. Biz Türk milletinin evvelden gelen alışkanlığı vardır hani, göçerlik var ya ruhumuzda:)) evi yanımızda taşıma psikolojisiyle kızım ve ben ne var ne yok doldurmuşuz çantalara:(( Arabaya ulaşana kadar çektiğimiz çile görülmeye değerdi vallahi. Yabancı turistleri görürüz ya, alırlar terkilerine bir sırt çantası ver elini dünya, ohh ne güzel.. Bizse kaplumbağa gibi nerdeyse bütün evi sırtımıza yükleniyoruz kardeşim, yola düşüp çile çekmeye başlayınca da pişman oluyoruz, dün akşam benim olduğum gibi.
Olsuunn, sonunda vardık evimize, bizi balkonda bekleyen annemi görünce yorgunluk falan kalmadı, sarıldık birbirimize, dert keder uçtu gitti.. Babam bize bir dolu meyveler toplamış bahçeden, tarladan. Patlayana kadar yedik, her zamanki balkon muhabbetlerimizin tadı gene aynıydı, doyumsuz..
Baba evi, ah ne güzel şey baba evinde olmak. Mutluluk bu olsa gerek, insan daha ne isterki, memleket havası, denizin kokusu, hırçın dalgalar, serin rüzgarlar, balkonlarda komşular, her balkon kanatlanıp uçacakmışçasına renk renk şemsiyelerle bezenmiş, hoş selamlaşmalar, sardunya saksıları...Muhteşem kelimesi az kalır tüm bunların bana verdiği huzuru anlatmak için.
Güneyde insanlar sıcaktan yanarken, biz burda hafifçe serin havanın kucağında yazın tadını çıkarabiliyoruz. İyi ki Akçakoca'lıyım, iyi ki Diapolis'liyim. iyi ki Karadenizliyim ve yine iyi ki bu güzelliklerin içinde büyüdüm, Alah'ım ne kadar şanslıyım.
Sonra görüşmek ümidiyle hoşçakalın, ben kendimi dalgaların kucağına bırakmaya
gidiyorum.Karadeniz'in beyaz dalgalarına.:)
Büyük Çilli Begonya